Haftaya Bakış (256): İmralı'dan tarihi çağrı: Şimdi neler olacak? | İmamoğlu'na “sahte diploma” soruşturması

28.02.2025 medyascope.tv

28 Şubat 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can'la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız diyoruz, ama tabii ki dünkü açıklama ağırlıklı olacak. Fakat şu ana kadar pek değinmediğimiz bir konuyla giriş yapalım: Ekrem İmamoğlu’nun diploma meselesi. Onun hakkında biraz konuşalım, sonra esas konuya geçelim. Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yıllardır diplomasıyla anıldığı bir ortamda, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının sahte olduğu ya da yatay geçişte birtakım usulsüzlükler olduğu iddiası yer aldı ve birileri bu konuyu acayip bir şekilde köpürttüler. Gazeteci demeye dilim varmıyor, birtakım medya unsurları diyeyim, bu işin taşıyıcılığını yaptılar. İşin içinde tanıdıklarımız da var. Ama ilginç bir şekilde, muhalif gibi görünen, bildiğimiz insanlardan da bu topa girenler oldu. O zaman ne olacak? Ekrem İmamoğlu’nun üniversite mezunu olmadığını tescilleyip, cumhurbaşkanı olma şartlarını yerine getiremediği söylenecek. Böyle basit bir oyun kurgulanmış. Tabii her türlü oyun, her türlü soruşturma, açılan bir yığın dava da var. Anladığım kadarıyla daha açılacaklar da var. Ekrem İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanlığında saf dışı bırakmak için tasarlanmış bir oyun. İmamoğlu tek aday olarak ön seçime giriyor. CHP'nin adayı olacağı kesin zaten, biliyorduk.
Bugün ‘’AK Parti İstanbul’da ayağa kalkabilir mi?’’ https://medyascope.tv/2025/02/28/ak-parti-istanbulda-ayaga-kalkabilir-miak-parti-istanbulda-ayaga-kalkabilir-mi-video/ başlığıyla bir yayın yaptım. Yayında şunu söyledim: Ekrem İmamoğlu'na yapılan bu olayın İmamoğlu'na zarar verdiğini düşünenler vardır mutlaka. Bence bu, onun işine yarıyor, ama diploması iptal edilip Cumhurbaşkanı adayı olarak girmesi engellenirse, ne kadar popülaritesi artarsa artsın, cumhurbaşkanı seçilememiş olacak. Böyle de bir durum var. Açıkçası bana birçok açıdan anlamsız geliyor ve insan ‘’bu kadar mı çaresizler?’’ diye soruyor. İmamoğlu yıllar önce Kıbrıs’ta Girne Amerikan Üniversitesi’nde İngilizce İşletme okumuş, sonra gerekli kriterleri sağlayarak yatay geçişle İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne geçmiş. Yasal olarak avukatları da bütün belgeleri gösterdi. Ortada hiçbir şey yok. Her şey bir yana, bir de zaman aşımı olduğunu söyleyenler de var. Zaman aşımına da gerek yok, çünkü Ekrem İmamoğlu’ndan kaynaklanan herhangi bir usulsüzlük yok. Diyelim ki üniversite yetkilileri bir şeyleri yanlış yorumladı, yaptı. O öğrencinin sorumluluğunda değil. Ne diyorsun, nasıl bir anlamı olabilir?
Kemal Can: Aslında diğer soruşturmalar da öyle. Esasında bir süredir hep konuşuyoruz, yargı üzerinden yürütülen pek çok operasyonda işin hukuki tarafı son derece zayıf. Zaten oranın güçlü olmasıyla ilgili bir ihtiyaç da yokmuş gibi davranılıyor. Daha önce kaç vakada konuştuk; siyasi olan davaların hemen hepsinde, delil gösterme, hukuki şeylere uyma, hatta mevcut yasalarda suç olarak tarif edilmemiş birtakım şeyler uydurarak soruşturmalar yürütme gibi envai çeşit şey yapılıyor. Bu konudaki yaygın yorum, bu olayı bir çaresizlik ifadesi olarak görmek mümkün tabii. Sen de öyle ifade ettin zaten. Bir şey bulamadığı için sarılıyor. Ama bu kadar çok vakada bu kadar çok hukuk dışı uygulama ve bu kadar mesnetsiz, zeminsiz ve bırak yasal dayanağını, mantıksal karşılığı bile olmayan isnatlarla insanları suçlamaya kalkmak ne kadar anlamlı ya da bunu görmüyorlar mı? Bu çaresizlikle, bu aymazlıkla, gözlerine perde indiği için mi bunu yapıyorlar? Ben çok bu kanaatte değilim açıkçası. Herkesin gördüğü bu saçmalığın farkında olmadıklarını düşünmek pek mümkün değil.

Ruşen Çakır: Değil tabii. Bile bile yapıyorlar.
Kemal Can: Bile bile yapıyorlar. Peki, niye bile bile yapıyorlar diye sorabiliriz. Bu kadar saçma, profesyonellerin, hukukçuların, işi bilen insanların söylemesini bırakalım, sıradan insanların, hatta ortalama insanın, hatta bazıları çocukların bile inanmayacağı, herkesin saçma bulacağı şeyler. Ama bunları yapabilmek, aslında tam da o söylediğin cümleyle ilgili. Ne pahasına olursa olsun önünü kesebilir olduğu fikrini canlı tutmaya yarıyor, birincisi bu. O olmazsa bu, bu olmazsa o. Daha da saçma bir şey. Çünkü bu tür saçmalıklar sadece denemelerle yürümüyor, sonuç da doğuruyor. Koca İstanbul seçiminin iptali gibi bir saçmalık yaşandı bu ülkede, oldu. Pek çok davada, “Olur mu böyle şey?” denilen insanlar şu anda hapiste yatıyorlar. Bir yandan da bu saçmalıklar sonuç üreten bir hâlde önümüzde. Bence bu tür meseleler, çaresizlikten ziyade, biraz maksatlı olarak, özellikle kendi tarafında örtülü bir özgüven yaratmak, ne pahasına olursa olsun, “Biz, tehlike gibi gördüğünüz bu şeyi engelleyecek imkânlara sahibiz” duygusunu vermek, diğer tarafı da sürekli diken üstünde tutmak. “Şimdi ne yapacak, buradan bir şey çıkar mı çıkmaz mı?” sorusunu canlı tutmak. Ayrıca biliyoruz ki bu davalar ve adaylık meseleleri muhalefet içindeki tartışmaları da canlı tutuyor. Senin de söylediğin gibi, muhalefet cephesi içerisinde bu gündeme dâhil olan hevesliler oluyor.

Ruşen Çakır: Bir dakika, çok önemli bir gelişme var. KCK tarihi bir açıklama yapmış. Öcalan’ın silah bırakma çağrısına tam destek açıklamasını yapmış. Bu önemli, çünkü örgütten şu ana kadar bir şey gelmemişti. Şu anda KCK’dan gelmiş durumda. Ardından da Kandil'den de gelir. Kusura bakma sözünü kestim ama önemliydi bu. 
Kemal Can: Bu konuyu zaten birazdan bu çerçevede konuşacağız. Bir de bu çeşitlilikte, böyle her başlıkta taarruz etmenin bir de şöyle bir tarafı var: Genellikle bu iktidarın kendisiyle ilgili tartışılabilecek başlıklara, mesela yolsuzluk gibi, mesela aday olamaz iddiası gibi, mesela diploma gibi, mesela darbecilik iddiası gibi şeyleri kendi üzerinden kaldırıp muhalefete çevirmek.

Ruşen Çakır: Çok ilginç bir şey söyleyeceğim. Benim teknoloji konusuna çok yatkın, profesyonel bir arkadaşım var. Şöyle dedi: “Google arama motoruna ‘’diploma, siyaset’’ yazdığın zaman hemen otomatikman Erdoğan geliyordu. Bunun kesin böyle bir yönü var.” Ben de “Şeytanın aklına gelmez,” dedim, ama senin söylediğin olay da çok önemli. Hakikaten, Türkiye'de diploma konusu deyince akla Erdoğan geliyordu. Şimdi, bir şekilde İmamoğlu da geldi ve iki yıl sonra Google aramalarda ‘’diploma, siyaset’’ yazdığın zaman belki de İmamoğlu öne çıkacak.
Kemal Can: Diğer konular da öyle. Mesela sürekli belediye yolsuzlukları üzerinden gidiyor. İktidarın en çok eleştirildiği, muhalefetin onu en çok sıkıştırabileceği alandaki iddiaları tersine çevirip, sanki muhalefetin asıl meselesi ya da asıl eksiğiymiş gibi işaret etmek. Yine mesela Özgür Özel’i, bu teğmenlerin ihracı meselesinde yaptığı açıklama üzerinden, hem bir yandan, “Başkomutan olarak” deyip askeri vesayetin sopasını muhalefet üzerinde sallıyor hem de her vesileyle darbecilik imasını muhalefetin üstünde tutuyor. Hâlbuki sürekli tartıştığımız ne var? Muhalefet, hukuk alanında yapılanlardan yola çıkarak, bir sivil darbe dinamiğinden bahsediyor. Dolayısıyla iktidarın, kendisinin eleştirildiği her türlü kavramı, başlığı ya altını boşaltmak ya da muhalefetle ilişkilendirmek şeklinde bir yöntemi var. İmamoğlu konusundaki soruşturma ve yargılama çeşitliğindeki başlıkları da ben bu açıdan ilginç buluyorum.

Ruşen Çakır: Evet, esas konumuza gelelim şimdi. Demin bahsettiğim KCK açıklaması olayından… Pardon, az önce bahsettiğim açıklama KNK’dan Yani Kürdistan Ulusal Kongresi Yürütme Kurulu’ndan gelmiş, KCK değil.
Kemal Can: Tamam.

Ruşen Çakır: Barış sürecinin ilerlemesi için tüm imkânlarını seferber edeceğini ve demokratik çözümün destekçisi olacağını duyuran KNK, ‘’Türk devlet yetkililerine de, bu tarihi fırsatı kaçırmaması ve barışçıl bir çözüm sürecini başlatması yönünde çağrıda bulunuyoruz. Tüm Kürt Parti ve örgütlerini ve halkı, bu hassas dönemde birlikte hareket etmeye, çağrıyı desteklemeye, birliğimizi güçlendirmeye barış ve demokrasi mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz” açıklamasını yapmış. Yani ilk destek geldi, devamı da geleceğe benziyor. Çünkü biliyorsun, ‘’Öcalan açıklayacak, ama Kandil ne diyecek?’’ diye konuşuluyordu. Artık bu kaygı kayboluyor. Şimdi, ‘’Silah bırakma çağrısı var, ama bu, Suriye’yi içermiyor’’ mevzusu daha çok öne çıkıyor. Ben Suriye'nin olmadığı konusundan çok emin değilim. Özellikle, “Bağımsız devlet, federasyon, özerklik talepleri artık anlamsızdır” sözlerinin Suriye'yi de bağladığını düşünüyorum. Fakat doğrudan Suriye lafı geçmiyor. İstersen önce Suriye meselesini bir konuşalım. Anladığım kadarıyla Kandil çok sorun çıkartmayacak gibi gözüküyor.
Kemal Can: Hakikaten çokça sorulan, hatta bu açıklama olmadan önce de sorulmaya başlayan soru, “Öcalan bu açıklamayı yaparsa, muhatapları nasıl cevap verirler ya da nasıl davranırlar?” sorusuydu. Ben açıkçası yapılan bu açıklamanın hazırlanma süreci ve açıklamanın yapılmış olması itibariyle zaten bu eşiğin geçildiğini düşünüyorum. Açıklama yapıldığı anda zaten pozitif bir karşılık alacağı garantisi oluştuktan sonra bu açıklamanın yapıldığı kanaatindeyim. Dolayısıyla ben zaten açıklamanın karşısında “Ama” ile başlayan bir şey beklemedim. Fakat, bir ‘’ama” var. Burada da iki nokta var. Birincisi Suriye, ki sen ona değindin. İkincisi de Sırrı Süreyya Önder'in sonra eklediği dipnot meselesiyle ilgili metne girmeyen, bence bilinçli bırakılmış iki tane boşluk var. Ben ‘’bunlar metinde vardı, çıkartıldı’’ diye düşünmüyorum. Metne bunları girmeyerek, bu açıklamanın yapılması konusunda bir mutabakata varıldığı kanaatindeyim.

Ruşen Çakır: Şimdi o anlamda şunu da ekleyelim. Özgür Özel, bugün Fatih Erbakan'la görüşmesinin ardından “Bir yıldır görüşüyorlar. Birisi tam yetkili, dört devlet görevlisi var. İçinde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay üyelerinin de olduğu 20'yi aşkın hukuki bir çalışma grubu da var” açıklamasını yaptı. Aslında orada şunu kastetti: “Erdoğan topa girmiyor, ama baştan beri, bir yıldır bu işi Erdoğan yürütüyor.”  Buradan da senin ya da Aydın’ın dipnot diye tarif ettiğiniz şeyi, Sırrı Süreyya'nın dipnot diye son anda söylediği şeyi de Özgür Özel faş etmiş oldu. Açıkça söyleyeyim, buna olumlu bakanlar da olumsuz bakanlar da zaten bunun bir hazırlık sonucu olduğunu tahmin ediyorlardı.  Olumsuz bakanlar, istemedikleri için ve hakikaten bir şeyler hazırlandığını hissettikleri için, olumlu bakanlar da olayın ciddi bir şekilde kotarıldığını düşünüyorlardı. Belli ki bir yıllık bir çalışma ve böyle komisyonlar varsa, bayağı ciddi bir şey var.
O anlamda bir şey ekleyeyim buna. Biliyorsun ben geçen çarşamba günü Erbil'deydim. Orada bayağı insanla görüşme imkânım oldu. DEM Parti önce Erbil'e gitti, sonra Süleymaniye’ye gitti. Erbil'de KDP yöneticileriyle görüştüler, ama Kürdistan Bölgesel Yönetim Başkanı Neçirvan Barzani yoktu; o sırada Ankara’daydı. Sonra KYB yöneticileriyle görüşmeye Süleymaniye'ye gittiler. Bu arada Amberin Zaman, “Süleymaniye'ye giden heyet Kandil'den yetkililerle de görüştü” diye bir haber yazdı. Benim öğrendiğim kadarıyla o yetkili çok üst düzey birisi. Cemil Bayık olduğunu duydum. Herhalde doğru olsa gerek. Bu da tabii KYB’nin ve Ankara'nın da bilgisi dâhilinde bir görüşme anlamına geliyor. Sonra tekrar Erbil’e döndüler. Neçirvan Barzani gelmişti, onunla tekrar görüştüler. Benim çarşamba günü izlediğim toplantının bir bölümünde, Neçirvan Barzani’yle soru cevap yapıldı. Bir gazeteci ona sordu. Önce Irak konuşulduktan sonra hemen konu Türkiye'ye geldi. Çünkü herkes çok merak ediyor. Ona, ‘’Türkiye'deki süreç nasıl?” diye sordular. Barzani çok olumlu baktığını, umutlu olduğunu söyledi. “Ben DEM Parti heyetiyle konuştum. Onlar bana birtakım ayrıntılar anlattılar, ama bunları söylemem doğru olmaz” dedi. Ardından, “Örgüt, Kandil, bir konferans toplar, esas ayrıntılar ondan sonra gelir,” dedi ve baktık Öcalan’ın metninde de konferans var. Yani Kandil'in bilgisi zaten var. Biliyorsun bir de mikrofon var. Hatta Mezopotamya Haber Ajansı açıkladı.
Kemal Can: Yok, kayıt alınmış, yani görüntülü bir kayıt var.

Ruşen Çakır: Evet, o görüntülü kayıt kimin için var sence? Kandil'e gidecek. Büyük bir ihtimalle, o konferans gerçekleşeceği zaman, normal şartlarda, bugünkü kuşatma ortamında o konferansı toplamaları zor olabilir diye tahmin ediyorum. Çünkü oralarda Ankara'nın İnsansız Hava Araçlarıyla çok büyük denetimi var, ama belli ki önünü açacaklar, değişik yerlerden insanlar gelecek herhalde. Muhtemelen Kandil'de olacak.
Kemal Can: Hatırlasana, daha önce 2013'te Anadolu Ajansı'nın canlı yayın arabası gitti Kandil’e.

Ruşen Çakır: Evet, ben de oradaydım, biliyorum
Kemal Can: Dolayısıyla bunun formülü...

Ruşen Çakır: Ondan sonra büyük bir ihtimalle oraya Öcalan’dan yeni bir mesaj gidecek. Benim anladığım kadarıyla Kandil bu olayda pozitif bir şekilde var. “Acaba o ne der?” lafı çok kullanıldı ama bence onu ya hedef şaşırtmak için yaptılar ya da istemeyenler çok fazla çıkarttılar.  Şimdi, Kandil meselesi de büyük bir ölçüde netleşecek. Tabii hemen, “Buyurun, alın silahları” demeyeceklerdir. Konferans vesaire, ama hızlı bir şekilde o olacaktır. Dolayısıyla geriye bir tek Suriye kalıyor. Suriye'de de mesela Mazlum Abdi’nin ve Salih Müslim’in yaptıkları açıklamalardan, konuya pozitif baktıklarını ama bir pay bıraktıklarını anlıyorsun. “Sıra henüz bize gelmedi” gibi bir şey söylüyorlar.
Kemal Can: Evet. Bunu birinci etap açıklama diye düşünürsek, senin ördüğün kronolojinin işleyeceğini varsayarsak, bunun devamında açık veya kapalı başka talimatlar da gündeme gelecek büyük ihtimalle. Ama şu anda bu birinci aşama ya da bu sürecin kritik eşiği olan çağrı meselesinde, bu, öncelikli bir şey olarak gündeme getirilmedi. Getirilmemesi konusunda da bir ortak düşünceye varıldı diye düşünebiliriz. Burada boşluk bırakılan iki önemli nokta var, ama bir yandan da bir ima da var. Birinci ima şu: Öcalan'ın, Türkiye’yle sınırlı olmayan bir iddianın sahibi olan bir silahlı örgütün feshinin gerekçesi olarak tarif ettiği, artık anlamsız olduğunu iddia ettiği özerklik, ayrı devlet ve benzeri iddiaların, hatta kültüralist çözümlerin bile artık cevap ve çözüm üretmediği iddiası bir tarafta. Dolayısıyla bu tabii ki genele şamil bir iddia hâline dönüşebilir. Çünkü ‘’Türkiye'de silahlı mücadele lazım değilse Suriye'de niye lazım?’’ sorusu ortaya çıkar. İkincisi de, ‘’bütün gruplar’’ diye bir şey var, ama boş bırakılmış. O bütün gruplar neyi ifade ediyor kısmı boş. Ama şu an itibariyle Suriye’dekilerin söylediği de hatta burada da bazı DEM Parti temsilcilerinin de söylediği ‘’bu silah bırakma çağrısı, Suriye'yi içermiyor’’ iddiası var. Burada bu boşluk var.
Bu, dediğin gibi, iyimserler için Suriye'de bir kazanım elde edilmiş olabilir fikrini canlı tutuyor. Kötümserler için de “Bakın gördünüz mü? Aslında bir numara çevriliyor. Zaten iş buydu. Suriye'de statü yaratmanın bahanesiydi bu emperyalist proje.” O komplo teorisini de besleyen bir şey. Bu boşluk, bu tür tartışmaları açacak, açacağını bile bile de boş bırakılmış bir yer. Bu bir yandan bir pazarlık cebi olarak boş bırakılmış da olabilir, o kronolojinin içerisindeki yeni bir merhale için bırakılmış da olabilir. Bununla ilgili çok detaya sahip değiliz. Ama dediğim gibi, ben bunun kazaen olmuş bir şey ya da izin veya başka bir nedenle sonradan tanzim edilmiş bir şey olmadığı kanaatindeyim. O yüzden, az veriye sahip olduğumuz için çok detayına girerek yorum yapmayı şu anda erken buluyorum. Çünkü Suriye'de başka şeyler de devrede. Şu anda Suriye'de sadece PYD'nin statüsü meselesi değil, çok daha karışık bir denklem var.

Ruşen Çakır: Şimdi Türkiye'ye gelecek olursak, bir taraftan, “Kürtlere ne verdiler ki?” diyenle, var. Diğer yandan da “Dün ne yaşandı? Ahmet Türk önce Kürtçe okudu metni, sonra Pervin Buldan Türkçe okudu,” diyenler var. Canlı yayında olan kanallardan birisi, Sözcü TV, Türkiye'nin böyle bir resmi dili yoktur diye o bölümü vermedi. Habertürk’te de o bölüm sırasında konuklarla geyik yaptılar. Bu bile aslında …
Kemal Can: ‘’Kürt sorunu nedir?’’ kısmını gösteriyor.

Ruşen Çakır: Bir taraftan Kürt’ten çok Kürt milliyetçisi takılıp, ama Kürtçeye bile tahammülü olmayan insanlar var. O metnin iki dilde, ilk olarak Kürtçe okunması çok önemli; bir şeylerin gerçekten değişmekte olduğunu gösteriyor. Muhalif medyanın da buna bile tahammül edememesi, bunun karşılaşacağı direnci gösteriyor. Aslında bu direnci aleni bir şekilde görmek iyi bir şey bence. “Böyle şey olmaz kardeşim.” Mesela, kendilerini Türkçü gören birtakım insanlar eşit vatandaşlığa razı değiller. Öyle dediğin zaman, “Tabii ki eşitiz. Zaten ne sorun var? Zaten eşitiz’’ diyorlar” ama yok, bir tahammülsüzlük var.  Biliyorsun ben baştan beri iyimserim. Onlara bakarak bu işin fena bir yolda olmadığını görüyorum. Çünkü orada çok ciddi tepkiler var. Eski Türk filmlerindeki, “Nayır, n’olamaz” tepkileri var. Hani bu olay aldatmacaydı? Hani bu olay Erdoğan'ın tekrar cumhurbaşkanı, belki ömür boyu cumhurbaşkanı seçilmesi için yapılmış bir tezgâhtı?
Kemal Can: Kürtleri oyalayacaklardı ve geçince de hiçbir şey olmayacaktı.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi işin ciddi olduğu ilk anda anlaşıldı. Bir de şöyle bir husus var. Ben bu sabahki yayında onu söylemeye çalıştım, tekrar söylemeye çalışayım. Bu olay bize şunu gösterdi: Öcalan, kurduğu ve bugünlere getirdiği örgütü, kendi istediği için feshediyor. Tamam, silahlı mücadelenin anlamı bitti, Türkiye'de eskisi kadar etkili olmuyor gibi boyutları muhakkak vardır. Ama sonuçta zorla yok edilmemiş bir yapıdan bahsediyor.
Kemal Can: Ama orada ince bir şey var. Daha önceki görüşmeden döndükten sonra Sırrı Süreyya Önder'in söylediği bir şey vardı: “Öcalan güvenlik meselesini de öncelikleri arasında değerlendiriyor, bunu da önemsiyor” diye bir laf vardı. Daha sonra, dünkü açıklamanın öncesinde de bir onurlu çıkış lafı etti. Şimdi bu ikisinde ve Öcalan'ın o sözünde, yani başkaları tarafından yok edilmemiş olan iddiasının içerisinde, bir süredir Hakan Fidan başta olmak üzere devlet yetkililerinin, -hatta Bahçeli'nin çıkışında da o ima vardı- “Bir seçenek sunuyoruz, bir çıkış yolu sunuyoruz ve bu çıkış yolunu değerlendirmezseniz başka bir şey olacak” iddiasının…

Ruşen Çakır: “Zorla sona erdireceğiz” diyor.
Kemal Can: Dolayısıyla Öcalan tam bunu demiyor.  Ama bu imânın ciddiye alınması ve sonuçta, tarih içerisinde, tarihsel perspektiften daha önceki yorumlarıyla da ilişki kurulduğunda, Kürt direniş hareketinin güvenliği, güvenliğinden kastım, yeniden bir imha ve sıkışma süreci dışında bir seçenek yaratabilmesi gibi bir iddianın sorumluluğunu aldığını söylüyor.

Ruşen Çakır: Sorumluluk almak zaten başlı başına…
Kemal Can: Hayır, şunu anlatmaya çalışıyorum. Buradaki meselede bir örtüşme var. Buradaki iddiayla, buradaki gerekçe arasında bir örtüşme var.

Ruşen Çakır: Bir yıldır müzakere ediyorlarmış. Herhalde birtakım noktalarda anlaşmışlar.
Kemal Can: Zaten şöyle bir benzeşiklik daha var. Hatırlarsan, Bahçeli ilk çıkışını yaptığında en çok konuştuğumuz şey neydi? “Çıtayı niye bu kadar yükseğe koydu?” Bahçeli açılışını öyle yüksekten yapmıştı ki, “Gelsin konuşsun, sonra da ‘umut hakkını’ konuşalım.” Bu kadar yüksekten açması çok şaşırtıcı gelmişti ve herkes “Çıtayı çok yükseğe koydu” demişti. Aynı yükseklikte bir açıklama. Öcalan’dan da daha nüanslı, biraz daha ortada bir açıklama beklenirken, o da çıtayı, “Silahları bırakın, yetmedi kendinizi feshedin” iddiasına çıkartarak koydu. Dolayısıyla öyle bir örtüşme, benzeşme de var.

Ruşen Çakır: Kemal, farkındaysan ben şifayı kapmış durumdayım. Çok uzatmayalım, çünkü bunları daha çok konuşacağız. Sürekli de birtakım yeni haberler düşüyor. Bulmacaya sürekli bir şeyler ekleniyor. Şimdi Öcalan öyle bir demokrasi çağrısı yapıyor ki anti-milliyetçi, milliyetçiliği tamamen reddediyor, solculuğu da reddediyor. Reel sosyalizm de bitti, milliyetçilik de bitti.
Kemal Can: Aslında Kürt siyasi hareketinin, özellikle sivil Kürt siyasi hareketinin iki temel dinamiğini elinden alıyor.

Ruşen Çakır: Yayına girmeden önce seninle biraz onun muhabbetini yaptık. Şimdi ne yapacaklar ne konuşacaklar ne diyecekler? Bence iyi olacak, çünkü ötekisi kestirmeydi. Birtakım klişeler vardı, duruşlar belli. Bir de sürekli baskı altında olmanın verdiği bir şey vardı. Şimdi böyle bir durumda terör ortadan kalkınca, örgüt ortadan kalkınca bütün suçlamalar da ortadan kalkacak, belediyelerin üzerinde bir kayyum olmayacak. Bu sefer belediyeler belediyecilik yapmak zorunda kalacak, siyasetçi de siyaset yapmak zorunda kalacak. Kürt siyasi hareketi dediğimiz yapının sadece Kandil'deki kadroları, yöneticileri ne olacak, nasıl dönüşecek, nereye gidecekler, ne iş yapacaklar sorularının dışında, aslında Türkiye'de siyaset yapanlar, siyaseti nasıl yapacaklar?
Kemal Can: Zaten şöyle bir durum var aslında. Açıklama gayet net, hatta fazla net bir açıklama olmasına rağmen, şu anda yorumlar en abartılı uçlara kadar savrulmuş durumda ve aslında birbirlerini kışkırtıyorlar. Kötümserliğin abartısı, iyimserliği çok yüksek perdeden gündeme getirmeye yol açıyor. İyimserliğe ilişkin iddialar da kötümserliği kışkırtıyor. Böyle bir süreç yaşıyoruz. Bu bir süre daha böyle devam edecek. Ama şu açık: İktidar, devlet tarafı, hâlâ işin toplumsal kısmına girmiş durumda değil. Tabir yerindeyse ‘’rıza üretmek’’ ya da iyimserliği taşımak işini hâlâ üzerine almış değil.

Ruşen Çakır: Ama mecbur kalacak. Mesela bugün Ömer Çelik, “Devletin temel niteliklerine dokunulmayacak” sözünü etmek zorunda kaldı. Girmek zorundalar, o kadar kaçabilecekleri bir şey değil artık. Bugün bir arkadaşım bana, “Artık top iktidarın kucağında” dedi. Bakalım Öcalan ne yapacak şimdi? Çıta diyorsun ya, çıtayı çıkarabildiği kadar yukarı çıkardı. İlk verilen tepki Efkan Âlâ’dan geldi. “Öyle lafla olmaz” dedi. Tamam, lafla olmadığını görmek için senin de iktidar olarak birtakım şeyleri söylemen gerekiyor. Onu mümkün olduğu kadar geciktirerek ve mümkün olduğu kadar da örtülü ya da gizli bir şekilde yapmaya çalışacaklar.
Kemal Can: Evet. Bu da aleni olan rıza üretimini ve iyimserliği, mecburen DEM sözcülerinin ya da daha sivil alandaki birtakım insanların üzerine bırakıyor. Asıl muhatap taraf olarak devlet ya da iktidar, kucağına gelmiş bu topu henüz ayağında yumuşatıp bekletmede, vurup bir yön göstermeye girmiş değil. Şöyle bir durumla karşı karşıyayız: Sen de iyimser olduğun için doğrudan sana da söylüyorum, iyimserlik meselesinde, olasılıklar ve imkânlar açısından teorik bir alan açılımı söz konusu. Siyasete de alan açılması mümkün. Silahlı bir örgütün vesayetinin ortadan kalkması, tabii ki Kürt siyasi hareketine ya da bu hareketin periferisindeki pek çok unsura daha aktif siyaset imkânı verebilir. Ama bu teorik bir imkân, bu otomatik bir imkân değil. Hatırlıyorsan, tıpkı benzer bir şey daha önce de yaşanmıştı. Bu ülke askeri vesayetten kurtulunca birdenbire demokratikleşecekti, sanki bu otomatik bir şeymiş gibi.

Ruşen Çakır: Ki öyle olmadı.
Kemal Can: Öyle olmadı. Dolayısıyla şimdi de teorik olarak, evet, silahların susması, susacağının ve silahları kullanma ihtimalinin ortadan kalkacağı elbette ki bir alanı açacak, çünkü fesih ve silah bırakma aslında bunu içeren bir şey. Ama bu imkân, teorik bir imkân. Bu imkânın nasıl sonuç vereceğine ilişkin yüksek iyimserlik, süreci, kötümserler kadar kötü etkileyebilir. Burada hakikaten, senin demin işaret ettiğin gibi gerçekten siyaset yapmaya başlamak gerekiyor. Ve şimdiye kadar iki önemli ayağın üzerinde giden, birisi kimlik siyaseti diye eleştirilen, bir ucu milliyetçiliğe, bir ucu kültürel haklara uzanan bir hat. Diğer taraftaysa PKK'nın kuruluş perspektifi olan daha Marksist, Leninist, hatta Stalinist bir hat. Sosyalist olmaktan da, Kürt milliyetçisi olmaktan da, kimlik siyasetçisi olmaktan da çekilmek gibi bir iddiayla ortaya çıkıldığı zaman ya da bu ayakları altından çektiği zaman ne örgütün, ne onun devamcısı olacak DEM Parti’nin bunu hemen hayata geçirecek mekanizmaları kurması bekleniyor. Ama öbür tarafta, demokratikleşmenin diğer ayağı kısmında, işi, Kürt sorununun çözümü perspektifinden daha çok, PKK sorununun çözümü ve Öcalan'ın pozisyonunun netleşmesi sınırında tutmaya çalışan bir devlet politikası var.

Ruşen Çakır: Devlet dedin Devlet Bey açıklama yapmış. Daha doğrusu Ramazan konusunda bir tweet atmış. Orada uzun uzun Ramazan’ı anlatıyor ama başta şöyle bir cümle var: “Ne mutlu bizlere ki sahte ayrımcılıkların, yapay anlaşmazlıkların, cepheleşme ve yanlış anlamaların, milli hayatımızdan tamamıyla sökülüp atılacağı kutlu bir dönemin eşiğindeyiz.” Kutlu bir dönem. Evet, bu önemli. İlk defa bu konuya girdi. Tahmin ediyorum yakında daha geniş bir açıklama, yine yazılı bir açıklama yapacaktır. Biraz önce senin söylediğine bir örnek olarak şunu verebilirim, yıllar önce yaşadığım bir örnek bu, sana da bahsetmişimdir. İzleyicilerimiz de tekrar duysunlar. Güneydoğu'da bir belediye başkanıyla sohbet ediyorduk. O bana, “Ruşen, ben liberal birisiyim. Bu partide çok solcu var. Aslında normal şartlarda benim onlarla aynı yerde siyaset yapmamam lazım, ama bu Kürt sorunu olduğu müddetçe biz bu işi birlikte yapmak zorundayız. Keşke bu sorun bir an önce çözülse de herkes kendi siyasetini kendisi yapsa” dedi. Hiç unutmayacağım. Bu çok anlamlı bir laftı. Şimdi gerçekten böyle bir şey oluşuyor. Kürt hareketinde de bir çoğullaşma olabilir. ‘’Hep birlikte olalım’’ zaruretinin kademe kademe ortadan kalkacağı, rekabetin, çoğulculuğun öne çıkacağı bir dönem de başlayabilir. Şu hâliyle baktığın zaman Kürt hareketi… 
Kemal Can: Bu bir ihtimal, ama Öcalan’ın söylediği gibi, yeni bir anlam bunalımı da ortaya çıkabilir.

Ruşen Çakır: Artık onu da bulsunlar. Zamanında başka bir şey bulmuşlardı. Hadi ben ölmek üzereyim, bitirelim. Kusura bakmasın izleyicilerimiz, ama bayağı da konuşmuşuz. Ölümüz böyleyse dirimiz herhalde 2 saat konuşur. Evet, bu hafta ‘’Haftaya Bakış’’ böyle. Hepinize çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.
Kemal Can: İyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
06.03.2025 Esas amaç Erdoğan’ı yeniden seçtirmek mi?
05.03.2025 CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi
05.03.2025 Suriye’de PYD/YPG silah bırakmayacak mı?
04.03.2025 Fethullah Gülen de ölmeden önce örgütünü feshetmiş olsaydı
02.03.2025 Yeni çözüm sürecine yönelik bazı itirazlar ve bunlara cevaplarım
01.03.2025 Kandil sorun çıkartır mı?
28.02.2025 Haftaya Bakış (256): İmralı'dan tarihi çağrı: Şimdi neler olacak? | İmamoğlu'na “sahte diploma” soruşturması
27.02.2025 Bir mozaik olarak Türkiye (54): Türkiye’de Karaylar üzerine İdil Karayeğen ve Lorans Tanatar Baruh ile söyleşi
26.02.2025 Kardeşim Ahmet Sever’e veda
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı